9 Temmuz 2009 Perşembe

Dramanın Niteliği - Prof. İnci San

Ne kadar uzun süre ilgilenirseniz bu konuyla, onun yönünde düşünmeye başlıyorsunuz. O konu sizi bir yerlere götürüyor götürüyor, bir süre sonra (ama ne kadar bir süre sonra bu herkese göre değişebilir) artık onun üzerinde düşünmeye başlıyorsunuz, onu yalınlamak gerekiyor, "Nasıl bir şeydi bu?", "Bende ne gibi değişiklikler yaptı?" gibi sorularla başlayarak, onun mahiyeti üzerinde düşünüyorsunuz. Bunun için daha önce de dediğim gibi bir birikim gerekiyor. 'Yaşantı birikimi' diyoruz biz buna ama bilgi birikimi de onunla at başı gidiyor tabii. Böyle bir şeye geldikten sonra adeta baştan başlayarak sorguluyorsunuz. Yaptığınız sorgulama şu oluyor. "Drama bana ne kattı?" Ve bizim hep dediğimiz gibi, acaba dramayı paylaşan yetişkinler, (çocuklar ayrı bir konu), ama 14 yaşından başlayarak gençlerin kişiliğini drama gerçekten değiştiriyor mu?

Bana öyle geliyor ki, başka şeyler yapıyor da drama şu temel kişiliğimizi pek değiştirmiyor. Belki şimdi size biraz olumsuz ve biraz karamsar gelebilir, isterseniz biraz daha üstünde konuşalım. Mesela, diyelim ki, ailesi demokrat olmayan, öyle bir ailede büyümüş kişi, dramadan sonra demokrat kesiliyor mu? Niye "hayır" diyorsunuz, belki "evet". Yani, birdenbire yıllar sonra böyle bir değişiklik ya da uzun yıllar süren drama çalışmalarından sonra değişim oluyor mu? Ya da birdenbire kişi çok hoşgörülü oluyor mu? Tabii bu 'hoşgörü' sözcüğünü de çok dikkatli kullanmak lazım, hoşgörü demek her şeye katlanmak, her şeye tahammül etmek, her şeye sabır göstermek değil, ama karşımızdaki kişinin kişiliğine saygı duyup, onu saygıyla dinlemek, eğer onu ikna edebilirseniz konuşmak, çaba göstermek, karşınızdakinde de çaba yaratacak bir süreç olarak düşünüyorum hoşgörüyü, hatta olumlu hoşgörü - olumsuz hoşgörü diye ayıranlar var ama bu bana biraz yapay geliyor. Ama dediğim şekilde düşünürsek eğer hoşgörüyü, onu dramayla kazanabilir miyiz?

Bu sorulara "evet veya hayır" diye yanıtlamak gerekir. Yani bana soracağınız soruları, biraz düşünün kendinizi de bir tartın ve tartışalım. Bir başka soru; Gerçekten empati kurabiliyor muyuz? Empatik bir kişi olabiliyor muyuz, her durumda. Başka bir konu, estetik ruhumuz herhalde drama ile gelişiyor ama drama bir haz verir o haz da estetik hazdır diyoruz. Tamam. Buna herhalde hiç kimse karşı çıkmaz, çünkü aldığımız haz başka hazlara benzemiyor. Her zaman drama çalışmalarında, tabii ki büyük bir haz alıyoruz. Bu ne yemek yemekten duyulan haz, ne bir tabloya bakarken duyulan haz ki, ne müzik dinlerken duyulan haz; bunlar da ve estetik yaşadığımız o duyguyla ilgili olarak estetikleşmeyi sağlayabiliyor. Böylece, dramayla bunu kazanıyor muyuz yoksa başka bir takım etkenlerin de işin içine girmesi gerekiyor mu?

Sonra, çok nazik olabiliyor muyuz? Çünkü zannederim şöyle bir şey de var, dramada kendimizi bir ölçüde değiştiriyoruz. Bu işi biraz daha uzun süre yapmış olanlarla, yeni başlayanlar aslında aynı derecede keyif alıyorlar. Ama daha çok bilenlerin birtakım amaçları oluyor bu deneyimli kişilere, "Lider" diyoruz ya da öğretmen-yönetmen diyoruz. Ya drama dersi veriyor ya da drama dersi verecek olanları yetiştiriyorlar.

Ne yapıyor bu kişiler? Belli değerleri kazandırmaya çalışıyorlar. Yani, drama öğretmeninin de drama liderinin de yaptığı şey, öğrettiği konu ne olursa olsun o konunun da içeriğinden yararlanarak bir takım kültür değerlerini aktarmaktır. Eğitim için de belki aynı tanımlamayı yapabiliriz. Bazı kültürel değerleri aktarmak, taşımak yani bilimsel deyişle kültür taşıyıcılığı yapmak. O zaman, o kişi kazanmış olduğu değerleri aktarmasını da iyi bilecektir.

İşte bu değerlerden bir tanesi, demin saydığım nezakettir. Bizim yavaş yavaş kaybettiğimiz bir değer. Bir mağazaya girdiğimiz zaman, bir lokantaya girdiğimiz zaman ya da öğretmen - öğrenci ilişkisi içindeyken, ister öğrenci olsun, ister öğretmen olsun, gereğince nazik davranılıyor mu? O eskidendi. Bir zamanlar insanlar çok nazikti gerçekten. Sokakta da, evde de okulda da, bir nezaketsizlik göstermeyeyim diye bir çaba harcardı insanlar. Bunun ben büyük ölçüde kalktığını görüyorum ve böylesi nezaketsizliğe çok fazla maruz kalıyorum, hatta kırılıyorum. Peki biz nazik oluyor muyuz dramadan sonra?

Bir başka kaybettiğimiz değerin de, alçakgönüllülük olduğunu düşünüyorum. Ama bu bildiğinin farkında olmak ve bir başkasının kendinden daha fazla şey bilebileceğini düşünebilmek, kibirli olmamaktır. Yine nezaketle de çok yakın bir kavramdır. Karşımdakinden daha iyi bildiğimi biliyorsam nazikçe bunu anlatabilmeliyim. Alçak gönüllüğün sınırı da bir yerde biter. Boşuna ve safça alçak gönüllü olmak da anlamsızdır. Drama bize böyle bir niteliği kazandırıyor mu?

KİŞİLİK DEĞİŞİR Mİ? GELİŞİR Mİ?
Birkaç bilgi kırıntısı sunmak gerekirse; bebeklikten başlayarak kişilik oluşumunda 3 temel öğe vardır: Huy (mizaç), Karakter ve Kişilik.
Huy (mizaç) : Duygulanım gücü, tepi, yoğunluğu ve hızını anlatır. Mizaç, beyin kabuğu ve beyin kabuğu altının ilişkilerinden doğar. Kişilik oluşumuna oldukça büyük etkisi bulunmaktadır.
Karakter: Kişisel tepi ve içgüdülerle, huy ve toplumsal çevrenin karşılıklı etkileşiminin ürünüdür. Öncelikle toplumsal tutumu ve duyguları içerir. Özellikle törel( etik) değerleri vurgulayan bir biçimde bu tutum ve duyguların açıklanma doğrultusunu ve amaçlarını kapsar.
Kişilik: Huy ve karakteri de içine alan, daha genel bir kavramdır. En geniş kapsamlısı da bireyin kendini toplum ilişkileri içinde nasıl ortaya koyduğunu belirleyendir. Kişilik; huy, karakter ve intellek özellikleri ile belirlenir.
Bazı huy tipleri vardır ve yazılı kaynaklara göre ilk sistematik huy sınıflaması Antik Yunan'da yapılmıştır. Belki de Antik Yunandan da önceye dayanan bu fizyolojik sınıflamaya göre şu dörtlü tipleme söz konusudur.
Kolerik (Safralı): Bu öfkeli bir tiptir. Öfkeyle doğmuştur ve öfkeyle gider. Bu huy tipinin başlıca karakteristiği öfkedir. Simgesi de ateştir.
Flegmatik (Ağırkanlı): Simgesi sudur. Su kütle halindeyken ağırdır ve hareketi için şiddetli rüzgarlar gerekiyorsa, ağır kanlı huy tipi de kendini uyaran güçlü bir oluşumu hissettikten sonra harekete geçer. Temkinlidir, kolaylıkla tembelliğe kaçar.
Melankolik (Karasevdalı, karamsar): Simgesi topraktır. Karamsar huy tipidir, çok duygusal, aşırı hassas yapıları vardır. Kolaylıkla kötümserliğe ve iç karamsarlığına kayabilir.
Senguinik (Canlı): Simgesi havadır. Canlı huy Antik Yunan'da ve doğu kültüründe su, hava, toprak, ateş dörtlüsünün simgelediği 4 saf huy tipinden biridir. Bu huy tiplerinden bir tanesi bizlerde mutlaka bulunmaktadır ama bir tanesi bizim için daha başattır, daha saftır.

Bu tipler saf tiplerdir. Başka bir deyişle pür (pure) tiplerdir. Sınıflandırma yapmak için var olan bu tiplere bu isimler verilmiştir. Huy tipleri özellikle sosyolojide ve psikolojide karşımıza çıkan saf tiplemelerdir. Bizlerde birinden daha başat görünse de genelde karma huy tipleridir.

Ağır kanlı tip sabırlı, çalışkandır, iyi çalışır. Ödülünü de alır ve geç de olsa bir şeyleri de ortaya koyar. Yürüyüşü ağır tempoludur.

Son saydığımız Senguinik, yani canlı huy tipi asabi bir tiptir. Tabii asabiden kastım öfkeli değildir. Sinirli tiptir. Seke seke yürüyen, bir işi severek yapan ama sonunu getiremeyen, çabuk bıkan, yaptığını yarıda bırakan bir tiptir. Derine inmez.

Kolorik tip olan öfkeli tip ise liderdir. Bir şeyleri planlar ama başkasına uygulatır. Ayak işlerini başkasına gördürür, kendisi yönetir. Her zaman kendisinden emin, göğsü dışarıda yürür.

Melankolik her durumda kendine özgü ve diğer üçüne benzemeyen ve bu nedenle de az insanda bulunan bir huy tipidir. Daha belli belirsiz, kendini fazla göstermeden baş önde yürüyen bir tiptir.

Bu huy tiplerinin özellikleri yürüyüşlerine kadar yansımaktadır. İçgüdüsel tutumlar salgılar, beyin kimyası ve genel anlamda kimyasal bir olgu, yani fizyoloji temelidir. Kişiliğin sonraki yıllarda değişmesi bu nedenle zordur. Yani kişilik oluşumu tamamlandıktan sonra kişinin kendi çabası olmadan değişmesi zordur.

Demek ki kişiliği değiştirmek zor, üzerine eklemek daha da zordur. Kişiliğe eklenen şeyler bir anda uçabilir; içselleştirme uzun bir süreye dayanmak zorundadır. Bunları bazen yaşayabiliyoruz. Yani ne kadar uğraşırsanız uğraşın kişiliğe çok ek yapamadığınız, çok fazla bir değişiklik yaratmakta zorlandığınız durumlar yaşarsınız. Kişi, karşısındaki kişi tarafından çok fazla anlaşılamayacağını veya çok iyi karşılanmayacağını düşündüğü şeyleri yapmamaya alıştırabilir kendini. Dönüp dolaşıp insanın kendi kendini eğitmesi meselesine geliyoruz. Tabii bu da çok zor. İnsan bunu ne kadar başarır? Öyle hemen oluşabilecek süreçler mi? Bunlar kendi görüşlerim, her zaman bu görüşlerin değişme ihtimali vardır. Ama akıl yürüterek bunun zor olduğu kanısını taşıyorum. Ön kabul olarak bunu alırsak, herkesin tartışması gereken bir sorun olarak dramanın kişilikleri değişip değiştirmediği sorusu gündemde kalacaktır.

Günümüzde beyin, bilim de tutum ve davranışlarımızla ilişki kurulmaktadır. Bizi bazı şeylerden alıkoyan, beyindeki çok küçük organcıkların içinde, insanlar arası ilişkilerde insan beyninin kişiye oyunlar hazırlayan salgılar var. Daniel Goleman'ın "Duygusal Zeka" kitabı bu konu hakkında geniş bilgi vermekte. Beyinde badem biçiminde çok küçük bir organcık var (Amigdala). Duyularımızla ilgili olarak yöneticilik görevi olan bir organcık, dış çevreden aldığımız bir takım bilgi kırıntılarını ya da duyumlarını Talamusa yolluyor. Talamus da beyin kabuğuna yolluyor. Beyin kabuğundaki çeşitli merkezler algılamamız gerekeni algılıyor, kanalize ediyor. Algılamamamız gerekeni algılamıyor. Bütün bunlar saniyeden daha az bir zamanda gerçekleşiyor. Yine bu duyu, duyum ve duygular Talamustan daha kısa bir yolla beynin başka bir noktasına gidiyor. Henüz tam algılanmış bir nokta değil bu; araştırmalar devam veriyor. Bu amigdala organı kişinin hemen tepkisini vermesine yol açıyor. Buna verdiğimiz ani tepkiler de denilebilir. Daha sonra düşündüğümüzde "Keşke yapmasaydım" dediğimiz tepkiler... Birtakım kontrol mekanizmaları var olduğu için bu durum sık nüksetmiyor. Goleman kitabında bu konu hakkında bazı bilgiçlikler yaptıktan sonra verdiği örneklerde kendi hayatımızdan bazı çağrışımlar yaşıyoruz. "Bu benim babamdı, ya da kocamdı, kardeşimde de var..." diyebiliyorsunuz. Bu nedenle Goleman'ın yaklaşımlarını seviyorum. Meselâ; fevri bir hareketinizi alıkoyabilmeniz için kendinizi nasıl eğitmeniz gerekiyor. Beyindeki salgılar ve aradaki sinapslarla ilgili bir durum bu; hepsi bir bütün. Çok değerli bir takım araştırmalar var ve bu bunlara bir biçimde mutlaka ulaşmak lazım. Eğer öğretmensek, evliysek, ya da sevgilimiz varsa bunları bilmemiz ve yaşamda uygulamamız gerekir. Çünkü bilince insan farkında oluyor, farkında olunca da önlemeye çalışıyor; durdurabilme olanağı buluyor. Amigdala'nın çok hızlı hareket ettiğini ve bizim de zaman zaman buna engel olamadığımızı biliyoruz. Sonuçta ani tepkiler doğuyor. Bazı hayvanlarda yapılan deneylerde amigdala beyinden çıkarılıyor. Bu operasyonlar zaman zaman gerekli olduğu için insanlara da uygulanabiliyor. O zaman ise bir duygu körlüğü, duygu ve coşkular açısından bir tepkisizlik yaşandığı saptanmış.

Öyleyse dramayı izleyelim, yaşayalım, öğrenelim, uygulamaya hazır olduğumuzda uygulayalım. Ama onun niteliği ve özellikleri üzerine her zaman sorgulayıcı davranalım. O, bir sihirli formül değil, kendimizi ve başkalarını eğitirken başvuracağımız yararlı bir alan yalnızca.

SORULARA YANITLAR
- Kurgusal dünya meselesine gelince, kurgusal dünya sadece drama için değil, bütün sanatlar için geçerli. Tabi felsefe konularına da ilgi duymak şart; felsefeyle de ilgilenmemiz gerekiyor. Kurgusal dünya gerçeklikten kopmuşluk olarak ta algılanıyor. Ama aslında bütün sanatların yapmış olduğu da bu. İmgesel olarak belki var olmamış bir şeyi kurmak ya da gerçeklikten çıkararak o gerçeklikleri değiştirmek, yorumlamak... Bu nedenle kurgusal dünya sadece dramaya özgü bir şey değil; ama dramanın içinde olan bir şey. Belki bir resim ya da heykel sanatında daha fazla var. Biz sadece sanat olsun diye yapmıyoruz dramayı. Toplumsallaşma ya da empati gibi başka boyutlarını da ele alıyoruz. Bir tiyatrocunun seyirciyle empati kurma gibi bir derdi yok. Tam tersine kurmamaya da çalışabilir, beraberinde yabancılaştırmayı da getirebilir. Ama dramada belirlenmiş bir takım amaçlar var ve diğer sanatlardan bu yönüyle ayrılıyor. Drama sanatından söz edersek ister istemez tiyatroya varırız. Drama bir sürprizler bütünüdür ve ayrıca bir yöntemdir.

- Hangi derste hangi konular dramayla işlenir, bu konuları araştırmak ve bu doğrultuda müfredat oluşturmak gerekmektedir. Meselâ; öğrenciler dert yanmakta, işte biz şu konuyu, şu dersi anlamıyoruz. Öğretmenler anlatıp anlatıp gidiyorlar, diyorlar. Çünkü sistem eski ve basmakalıp bir sistem. Dünya ne yönde ilerliyor, ne yöne gidiyor, hangi yenilikte gelişiyorsa o sistemi takip etmemiz, çağa ayak uydurmamız gerekmektedir. Drama öğretmeni tanımı yapılsın ve kadro çıksın ki eksen dersler olan matematik, fen, Türkçe gibi dersler karşısında drama ve hatta hep aşağılanan resim, müzik gibi dersler de yerini alsın. Bakanlık nezrinde bunun savaşımı veriliyor zaten.

- Drama eğitimi yurt dışında yaygın bir eğitim. Örneğin; Almanya'daki ilk öğretim kurumlarında drama dersleri içinde var. Ayrıca bir ders olarak değil. Çarşambadan öğleye kadar okul bitiyor, öğleden sonra plastik sanatlar, müzik, tiyatro-drama okullarına gidiyorlar. Bunun dışında drama cemaatler ya da demokratik kitle örgütleri içinde kullanılıyor. Ama drama adıyla verilmekte olan dersleri yok. Her ülke kendine has bir ad altında veriyor bu eğitim hizmetini. Öğretmenlere de bir takım kurslar vererek yöntem olarak kullanmaları sağlanıyor. Tabi bu işlerin beşiği İngiltere.

- Dramayı halka nasıl anlatacağız? Bu çok derin konu; ama sonuçta hepsi bir sistem meselesi. Daha geçen gün tartışıldı bu konular Ulusal Eğitim Derneği'nde. Ulusalcı, bağımsız ve aydınlanmaktan yana bir eğitim sistemini bir politika olarak savunan bir dernek. Ben de bu derneğin kurucu üyelerinden biriyim. Cumhuriyetten 50'lere kadar Halkevleri bu konuda son derece doyurucu bir işlev görüyordu. Halk için gerçekleştirilmiş ve yaratıcı dramayı yaygınlaştırma örgütlenmiş bir sistemdi.

- Yaratıcı Dramayı yaygınlaştırılma başlangıçta bize zor gibi geldi ama şimdi yaratıcı drama kavramını genç kuşak mezun öğretmenler bunu görev yaptıkları yerlerde uyguluyorlar. Tabii bu sevindirici.

- Dramayı öğretmek için değil, çocukların ne olduğunu anlaması ve kendini gösterebilmesi için bir yöntem olarak kullanmak lâzım. Kendini tanıma, arkadaşını tanıma ve sosyalleşme olgularını da çocuğa kazandıracak bir yöntem olarak kullanılmalı drama. Her derste yaratıcı dramayı uygulayamazsınız, bu konuyu abartmanın bir anlamı yok!...


Prof. İnci San

Düzenleyen: Şebnem Telci

Hiç yorum yok:

Telif Hakları

cumhurkocalar@gmail.com İstanbul, Türkiye

Bu veb sitesinde yayımlanan yazılar bu sitedeki orijinal linki verilerek kaynak gösterilmek ve yazarının adı mutlaka belirtilmek kaydıyla, ayrıca bir izin almadan internet üzerinden elektronik ortamda kullanılabilir. Yazıların basılı ortamda kullanımı için yazar izni gereklidir.